HaberlerYurttan Haberler

Yıldız Kenter sonsuzluğa uğurlandı

Pazar günü hayata gözlerini yuman Yıldız Kenter’in cenazesi, Kenter Tiyatrosu’nda düzenlenen törenin ardından Levent’teki Afet Yolal Camii’ne getirildi. Kenter kılınan cenaze namazının ardından alkışlar eşliğinde uğurlandı. Usta oyuncunun cenazesi Aşiyan Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Cenaze törenine Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Kenter’in yakınları, sanatçılar ve sanatseverler katıldı.

Ekrem İmamoğlu’ndan
Kenter Tiyatrosu Müjdesi

Cenaze törenine katılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Kenter Tiyatrosu’nun yaşatmak adına çalışacaklarını ifade ederek, “Üzgünüz, umuyorum ona layık olacak şekilde hem Kenter tiyatrosunu yaşatmak adına atacağımız adımlar hem de ailesiyle beraber karar vererek en özgün haliyle  toplumla buluşturmak kararlığımızda onun mirasına, onun bıraktıklarına saygıyı İstanbul halkı adına göstermiş oluruz. Çok hızlı davranacağız. Zaten aileyle görüşme halindeydik. İstanbulluyla çok büyük emekler verdiği Kenter tiyatrosuyla buluşturmuş olacağız. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.” dedi.

VİDEO:

KÜLTÜR BAKANI’NA TEPKİ

Törene katılan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ise bu taleplerin üzerine “Tiyatro dendiğinde Yıldız Kenter’in ve onun sahne performansının ilk akla geliyor olması Yıldız Kenter hocamızın farklılığı. Tabii ki biz onun emanetine sahip çıkmaya, emanetini yaşatmaya devam edeceğiz. Her ne kadar Belediye Başkanımız da söylediyse de biz de Devlet Tiyatroları’nın sahne sayısının artırılmasıyla ilgili çalışmalar yapmış, ailesiyle de paylaşmıştık, onların uygun gördüğü bir projeyi Devlet Tiyatroları olarak hayata geçirebileceğimizi kendilerine iletmiştik. Ama önemli olan Kenter Tiyatrosu’nun eskiden olduğu gibi tekrar hayata geçmesidir” diye konuştu.

Salondaki bazı katılımcıların bu açıklamaya “Bugüne kadar neredeydiniz?” tepkilerini ise Mehmet Birkiye sakinleştirdi. 

VİDEO:

“ÖMRÜNÜ TİYATROYA ADAMIŞ

BİR DESTANDI!”

Tilbe Saran törende yaptığı konuşmada usta sanatçıyı “Ömrünce tiyatrocu yetiştirdi. Tiyatrocu, seyirci, yönetmen… Elini değdirmeğidi, sırtını sıvazlamadığı hiç kimse yok. Onun sihri, bize, çömezlerine mutlaka bulaşmıştır. Ömrünü tiyatroya, tiyatro eğitimine adanmış koca bir destandı” diye anlattı.

VİDEO:

https://youtu.be/A3ekgo13kJY


Lise son sınıftayım biraz derslerden uzaklaşmak, biraz kız- erkek birlikte vakit geçirmek için biraz eğlenmek için biraraya gelmiş bir avuç yeniyetme… Çoğumuzun tiyatroyla ilgisi bile yok!

Bir bahar günü, edebiyat hocamızla prova yapmak üzere Harbiye’de Kenter tiyatrosundan içeri giriyoruz.

Kapıda biri “hişt ” diyor “sessiz olun prova var”. Parmak ucumuzda balkona girip, koltuklara ilişiyoruz. Salon kapkaranlık, sahnede cılız bir prova ışığı konservatuar öğrencilerinin üzerine düşüyor. O sırada hiç birini tanımıyoruz, biraz şaşkın biraz hayran, biraz gıptayla izliyoruz.

Derken birden ilk sıradan şimşek hızıyla biri kalkıp sahneye fırlıyor.
Upuzun, incecik, rüzgâr gibi…

Uçuyor, yürüyor, şarkı söylüyor, gülüyor, ağlıyor, isyan ediyor, dalga geçiyor, kızıyor, şaşırıyor, keyifleniyor, hüzünleniyor, bağırıyor, fısıldıyor, kadın oluyor, erkek oluyor, çocuk oluyor, kuş oluyor, at oluyor, ay oluyor, güneş oluyor…

O şekilden şekile girdikçe ağzımız bir karış açık bakakalıyoruz. İri dalgalı uzun kestane saçlarını savurdukça büyüleniyoruz. Sonra gene birden tüy gibi havada süzülerek sessizce yerine dönüyor,

“Hadi bakalım baştan, canikolar”.

İşte o an bir mucize oluyor: Yıldız hocayı izleyen o yeniyetmelerden tam beş kişi hiç akıllarında yokken konservatuara girmeye karar veriyorlar. Bir anda!

Çemberlitaş’ta eski güzel bir köşk…İstanbul Belediye Konservatuarı. Sınava giriyoruz, henüz şimdiki gibi rağbet yok; toplasan 100 kişi.

Herkes heyecandan ölecek, gözlüklerinin üstünden insanın ruhunu delen bir çift badem göz kartal gibi bakıyor: “Ne hazırladınız bakalım?”

Derin bir nefes alıp sıcacık gülümsemesine tutunuyorum ve kendimi harikalar diyarına giden Alice gibi delikten aşağı bırakıyorum. Gözümü açtığımda okuldayım; okul dediğim, Beşiktaş’ta belediye binasının içinde iki küçücük oda, yerler taş, tepemizde kalın su boruları, portakal sandığından bozma, tozlu bir yükselti, upuzun mavi örtülü bir masa, bir de piyano.

Okulun ilk günü o portakal sandığından bozma, tozlu minicik sahneye çıkarıyor hoca: “Yağmurda durakta bekliyorsunuz; arkadaşın şemsiyesi var sen de ıslanmamak için, göz göze gelip yanaşmaya çalışıyorsun, hadi bakalım” Yüreğimin çarpmasını ve Yıldız hocanın iki basamaklı sahne önünde bir ayağı ilk basamakta, sahneye her an fırlayacak gibi duran İngiliz kısrakları gibi gergin uzun bacaklarını anımsıyorum. Ve o derin kopkoyu bakışını.

Aşkla bakıyordu bize, bütün öğrencilerine. O gün ve her gün… “Ben sizlerden öğreniyorum yahu” diyordu, gülüp geçiyorduk! Oysa sahiden her an herkesten bir şeyler öğrenmek ister gibi tutkuyla izler, bir çocuk gibi merakla dinlerdi.

Uzun turnelerden, kısa turnelerden, oyun provalarından hep zamanını ayarlar tek bir gün bile dersine gelmemezlik etmezdi.

Arnavut kaldırımı kaplı avlumuzda kar kış demez mutlaka önce hareket egzersizleri yaptırır, ardından küçük odamıza girer piyanoda ses çalıştırır, sonra iki basamakla çıkılan rengi solmuş, havı bitmiş gri halı kaplı yükseltide mucizeler yaşatırdı bizlere… Kışın bir türlü ısınamayan taş zemin için ayaklarımızın altına tahta getirir, hiç birşey bulamazsa mukavva koyar, üşütüp hasta olmayalım diye…
Tek başına bütün dersleri verirdi.

Ses nefes, ritim, hareket, fonetik diksiyon, oyunculuk yöntemleri… Biraz olgunlaşan çömezlerine hemen el verir, onları da eğitmen yapardı. Çelik gibi iradesiyle belki de en iyi aşkı öğretti hepimize, “aşkların da bakım istediğini”, disiplini, mesleğine duyduğu saygıyı, tutkuyu, özeni…

O yoksul odamızda bize kıymetli olduğumuzu öğretti. Ama mesleğin bizden de kıymetli olduğunu. Nice çıraklar yetiştirdi ve çıraklarının önünde bir derviş gibi eğildi sessizce.

Yıl1983, 1402 ile Çetin İpakkaya’yı önce Şehir tiyatrolarından ardından Belediye Konservatuarından attılar. Hoca engel olamadı, çok üzüldü ve istifa etti… İstifa etti ama çalıştırdığı oyunun gösterisine geldi.

Aziz Nesin’in “Ver Elinden Rovni”sini çalıştırmıştı, geldi gösteride Aziz bey de seyredenler arasında, oyun bitti alkışlar arasında hoca kalktı, seyircilere geldikleri için teşekkür etti, sonra tam önümüzde durdu ve “Benim gerçek eğitmenlerimin önünde saygıyla eğiliyorum” deyip yerlere kadar kapandı ve gene rüzgâr gibi çıkıp gitti.

Bir derviş gibi, sessizce.

Bir derviş gibi tekkesine odun taşıdı öyle yedi yıl falan değil ömrünce. Ömrünce tiyatrocu yetiştirdi, oyuncu, seyirci, yönetmen, eğitimci…

Bakın şöyle bir etrafınıza elini değdirmediği, soluğunu üflemediği, sırtını sıvazlamadığı kimse yok neredeyse. O değilse çömezlerinin sihri bulaşmıştır üstümüze mutlaka.

Ömrü tiyatroya, tiyatro eğitimine adanmış koca bir destandır.

Hocam, biliyor musunuz bu sene 322 yeni oyun perde açıyor. Seyirci sayısı yüzde 12 artmış. Dışarda tiyatro festivali var yer bulunmuyor!

Biliyor musunuz?
Hepsi sizin sayenizde!

Siz sormuştunuz; Shakespeare’in dizeleriyle; Nedir tiyatro diye? Dünyaya bir ayna tutmak, iyilerin iyiliklerini, kötülerin kötülüklerini göstermek, çağımızın ne olup ne olmadığını ortaya koymak. Gerçeği büyütmek ya da küçültmekle bilgisizleri güldürebilirsiniz, ama bu bilenleri üzer; oysa bir tek bilgili dost, bilgisiz bütün bir kalabalıktan daha önemli olmalı sizin için.

Hocam emanetiniz bizde!

Dünyaya her gün sanki ilk kez görür gibi bir çocuk gözüyle bakacaksınız demiştiniz. Her gün düşler kuracaksınız! Her gün düşüp yeniden kalkacaksınız.

İki taşın arasından başını uzatmış bir çiçeğe saygı duyacaksınız Batan günün ardından bir dize fısıldayacaksınız. Denizden yükselen güneşe bir gül bırakacaksınız!

Hocam, emanetiniz bizde….

Demiştiniz ki varsın aşktan olsun yaralarınız, hayal kırıklıklarınız Sizin işiniz ağuları şaraba dönüştürmek, acıları isyana ve Muzipçe gülümsemek geride kalanlara!

Hocam emanetiniz bizde!

Binlerce öğrencinize vurduğunuz mühür bugün her sahnede her sözde her duruşta her sessizlikte!

Emanetin, emanetiniz bizde!”

TİLBE SARAN


Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu