Köşe YazarlarıYurttan Haberler

Yeşim Özsoy – Artur Palyga, Peca Stefan ve Oyunlar, Ülkeler…

Geçtiğimiz ay üst üste iki farklı ama birbirine yakın ülkeden iki oyun yazarı misafirimiz oldu. Bu sene Aralık ayında prömiyerini yaptığımız Tato-Baba oyununun yazarı Artur Palyga ilk misafirimizdi. Onunla birlikte Polonya ve Polonya tiyatrosu hakkında yeni şeyler öğrendik. Hep derim, bir insan bir ülke diye ve her seferinde de öyle hissederim. Palyga aslında Polonya’nın ana şehirlerinden gelen bir tiyatrocu değil. Onun oyununu ilk kez Krakow’da gerçekleşen “Basko Komedia” – İlahi Komedya Festivali’nde gördüm. Oyunu Lehçe seyrettim; çeviri yoktu ama nedense beni çok etkiledi. Kendime ve Türk aile ve babaerkil sistemine sert eleştirileri olan sivri dilli ve esprili, yer yer de trajik bir oyun olarak hissettirdi bana kendini. Sonra burada oyunu sahnelemek için yola çıktığımızda ve çeviri elime geldiğinde de aynı hissiyat daha da baskın olarak devam etti.
Palyga, Katowitz adında bir kuzey şehrinde yaşıyor ve tiyatro yapıyor. Oyunu seyrettiğinde çok şaşırdı ve beğendi. Hiç böyle bir sahneleme görmediğini ve çok etkilendiğini söyledi. Bu da bizim için çok büyük bir iltifattı. Burada en çok şaşırdığı şey insanların cana yakınlığı ve benim gülüşümdü sanırım. Bunun dışında her zamanki gibi yemekleri çok beğendi, ekiple muhabbet ettiği rakı sofrasını hiç unutmayacağını söyledi. İstanbul ve insanlar aklına kazındı sanırım, bizim aklımızda da onun dünyası ve kendisi yer etti.
Daha sonra gelen Romanyalı oyun yazarı Peca Stefan ise “Yakınlaşmanın İmkansızlığı” adlı oyunuyla bizimleydi. Oyun, günümüz dünyasında kişinin ölüm ve gerçek sevgi bulma noktasındaki çaresizliğini ele alıyordu. İnanılmaz farklı episodlardan oluşan parçalı yapıdaki oyunu tek bağlayan element kanguru karakterleriydi. Yani absürt bir durum yine absürt bir başka durumla kurguda tutarlı hâle getirilmişti. Bu ve oyunun son bölümündeki yaşlı adam ve kadının çaresizliği ve duygusallığı beni çok etkiledi. Peca’nın Romen tiyatrosunda sınırları aşan damgasını vuran bir yazar olduğunu öğrendik. Oyunlarında seyirci etkileşimini de farklı teknolojilerle kurguladığını metinsel anlamda tam bir sınır bozan yazar olarak karşımızdaydı. Özellikle kendi kişisel tarihinde yer alan otoriteyle olan ilişkisi ve sansür ve baskıcı bir rejimde yazma kültürü üzerine verdiği söyleşiler dışında oyunuyla tiyatromuza büyük renk kattı. Kendisini takipteyiz.
Her iki yazarın da dünyası baskıcı bir aile ve sosyal kültürden gelmenin izlerini taşıyordu. Kendimize yakın bulduğumuz ve dersler çıkardığımız ve aynı zamanda da yalnız hissetmediğimiz, yaratıcılığın tüm bunlarla aslında ne kadar bağlantılı olduğunu hatırladığımız bir Şubat ayıydı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu