Sabahattin Yakut / Ya da İstanbul Menşeili Tiyatro
Eskiden taşraya oyunlar giderdi… Devlet Tiyatrosu da bunu yapardı, özel tiyatrolar da… Zaten tiyatro var oldu olalı, bir gezme sevdasındadır. Oyuncusu da sever zaten bu durumu. Turne dedin mi, oyuncudan mutlusu yok. Başka bir şehre gidecek ve başka SAMİMİ insanlara oynayacak oyununu. Ayrıca o oyunlar da genel olarak beğenilirdi. Çünkü yargısız gelirdi seyirci. Eleştirmek için değil. Doğrusunda ya da yanlışında değilim. Bir de bu taşra dediğimiz şey İstanbul’a göre tüm Türkiye idi önceleri. Ama sonrasında daha çok köyler, ilçeler, az gelişmiş Anadolu şehirleri oldu bu… Ama sanırım artık sadece köyler ve bazı ilçeler kaldı bu taşra tanımına uygun… Buna en uygun tiyatroyu da gene bir Anadolu tiyatrosu yapıyor. Bursa Şehir Tiyatrosu mesela. Her yıl havalar düzelir düzelmez, bir kulise ve turne otobüsüne dönüştürülmüş belediye otobüsüyle Bursa’nın bütün uzak yakın dağ köyleri geziliyor ve oralarda meydana sahne kurulup hemen akşamına oyunlar oynanıyor. Sonra da insanların yüzlerindeki tebessüme bakakalıyorsunuz ve bir nine yanınıza yaklaşıp “Halkevlerinden beri ilk defa bir tiyatro geldi” diyor. “O da bu tiyatro.”
Şimdilerde de gene eskinin taşrasına en mutlu mesut turneler yapılıyor ve oyunlar oynanıyor anlayacağınız. Ama bir de bilmem bilir mi herkes ama , şu anda da hala taşradan gelip oyunlar izleyip İstanbul’ da aynı gece evine dönenler de var. Yani bir şekilde hala merkezin tiyatrosu taşraya uzanıyor ya da değiyor. Peki ya taşranın tiyatrosu? Yani eski ismi ile taşra olan yerler acaba ne kadar daha İstanbul’un tiyatrosuna oyuncu, yazar yönetmen, müzisyen taşıyacak bilmiyorum… Bunda bir fenalık yok. Elbet yok. Bir ekmek kavgasıdır devam ediyor. Daha da eder. Bu da değil. Peki ya taşrada yapılan iyi işler? Yani şu gün her bir şehirde kaç özel tiyatro olduğunu sayacak olsak bir Manisa bize Yirmialtı diye gülümseyebilir… Ya da bir Bursa sayabiliyorsan say diyebilir. Mevzu tabii ki tiyatro sayıları değil. Ama mevzu buralarda ve dahasında yapılan tiyatro çalışmaları. İstanbul’ da tiyatro yapan birçoğumuz biliriz ki, geldiğimiz şehirlerde gerçekten adamakıllı işler yapan tiyatrolar ve tiyatro adamları var. Ve gerçekten İstanbul’un yarısından fazlasını cebinden çıkaracak adamlar ve işleridir bunlar. Misal, dönüp baktığımızda geçen seneye; Afife’de en iyi yönetmen ve en iyi müzisyen ödülünü alan iki tiyatro adamı, küçük bir şehirden, Eskişehir’den çıkıp, İstanbul’a gelip, oyun yapan adamlar. hele ikisi var ki; Tiyatro Adam‘da bir oyun yaptılar (Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi) tiyatro izledik diye çıktı insanlar salonlardan. Bunlardan biri Ümit AYDOĞDU bir diğeri ise Oktay KÖSEOĞLU. Evet, bence çok da hak ettiler bunu.
Ama bu da değil. Çünkü bu adamlar bu İstanbul şehrinde üretmeden evvel de bu işi çok iyi yapıyorlardı. Yaptıkları birçok işin eli ayağı düzgündü hep. Ama nedense İstanbul’da yaptıkları işleriyle bir farkındalık yarattılar. Ama daha önce de varlardı. Şimdi bu bizim kabahatimiz mi? Taa oradaki insanların ismini işini bilmemek diyecek olursak, evet bizim kabahatimiz. Araştırmıyoruz, özellikle bizim camiamız. Şu Anadolu’da ne işler yapılıyor, neler üretiliyor bilmiyoruz. Onca değerli iş var, gidip izlemiyoruz. Bizim alkışı sevdiğimiz kadar onların da alkışı var. Ve inanın İstanbul’a oranla daha iyi seyircileri bile var denebilir yer yer. Çünkü İstanbul’un nüfusu gibi milyonları yok bu şehirlerin. Ama ürettikleri ürünlerin buralarda da yankılanması gerektiğini düşünüyorum. Ki değerini bulsun. Değer belirleyici olan merkez şehirler mi? hayır değil. Ama farkındalık yaratan yerler merkez şehirler. Anca burada farkındalıklar yaratılıyor. Ödül vesaire ile. Tabii ki Anadolu’da da verilen ödüller var. Gazete veya internet kenarından okunup, hımmm,denilip geçilen.
Derdim ödül de değil. Derdim beraber üretmek.Beraber yürümek. Birbirinin farkında olmak. Güzel işleri her yerde görebilme imkanı varken, turne beklemeden gidip o tiyatroları ziyaret etmek, izlemek… O şehirlerden kalkıp gelip buralarda oyun izleyen tiyatroculara bir iade-i ziyarette bulunmak da değil yani… Ziyaretin iadesi değil ziyadesi makbuldür. Anadolu bunu sever. Yoksa İstanbul’a kadar gelip oyun izleyenler ayaklarımıza kadar gelip oyun izlemiyorlar. Onların ayakları tiyatroya gitmeye alışık olduğundan geliyorlar. Bi bakalım ayaklarımıza derim, şu İstanbul’da, tiyatroya gitmeye alışık mı? ya da bir bakalım burunlarımıza,kafalarımıza; Anadolu’da yapılan işleri kaldırabilecek kadar açık mı? İki kalas bir heves demiş İsmail Hakkı. İstanbul’un kalası meşhur da… Hevesi bir yoklamak lazım derim samimiyetle…