Özlem Özdemir / Biz Kazandık!
Biz kazandık!
Hayır’lı baharlar dilemiştim geçen ay, sonuç öyle görünmese de aslında öyle oldu… Gerçekler çarpıtılsa da özünde değişemez… Biz kazandık!
Referandumun yorgunluğunun üzerine kısa bir mola için yolum Paris’e düştü. Hayat bazen gerçekten güzel. Korktuğum senaryo gerçek olmadı henüz, ama kısa vadede değilse de uzun vadede ülkeme dair umudum arttı.
O nedenle bu yazıda umutsuzluk cümleleri olmasın diye, biraz Paris izlenimlerimi anlatmak istiyorum. Sahip olamadıklarımıza hayıflanmak yerine nasıl hakkımız olan hayatı yaşayabiliriz düşünelim diye…
Öncelikle Paris, sahip olduğundan fazlasıyla pazarlanan bir şehirmiş. İzlediğimiz filmler, okuduğumuz kitaplar çoğunlukla fazla anlam yüklü. Ama medeni ve özellikle ulaşım konusunda inanılmaz konforlu. Hemen her mahalleye varan metro hattı ile şehri bir uçtan bir uca rahatlıkla dolaşabilirsiniz.
6 gün boyunca ben de olabildiğince yer görmeye çalıştım. Efsane Louvre Müzesi, aslında birkaç gün alabilir ama benim müzelerde ilgimi çeken bölümler Rönesans dönemi eserler ve heykeller olduğu için, bir gün bana yetti.
Orsay Müzesi, her şeyden önce mimari açıdan çok görkemliydi.
Bastille Operası’nda gençlerden oluşan bir operayı izlediğimde, bir Çarşamba akşamı tamamen dolu bir salonda Fransızların gündelik yaşamına imrendim. Çok değil on yıl önce, bizim de benzer bir hayatımız olduğunu üzüntüyle anımsadım. İşten çıkıp bir opera, tiyatro, konsere gidip oradan bir kadeh içki ya da eve gitmek rutini bizim için adeta hayale dönüşmüş durumda. Hele 15 Temmuz’dan sonra kafamızda sokakta başımıza gelebilecek sayısız endişe…
Louvre Müzesi çıkışında ünlü Tuileries Bahçesi göz kamaştırıcı olduğu kadar iç sızlatıcı… Sanırım her Türk vatandaşının Avrupa’ya gidişinde yaşadığı ortak duygu epeydir aynıdır. “Ben niye bu kadar basit bir şeyi yaşayamıyorum?” Bahçenin çeşitli yerlerine konmuş süs havuzlarının çevresine ücretsiz olarak konan sandalyelerde güneşlenen ya da kestiren insanları görünce ağlamak istiyorsunuz. Biz parkı koruyalım derken neler yaşadık düşünürseniz…
Amerika’dakinin ufak versiyonu Disneyland’da geçirdiğim gün ise değil Paris, hayatımın en mutlu günlerinden biriydi. İçinizdeki çocuk bırakın konuşsun…
Tabii en önemli ve güzel olan şey, özgürlük… Kimsenin kimseye ne giymiş, ne yapıyor diye bakmadığı bir özgürlükten bahsediyorum. Ne isterseniz yapın, kimseye zarar vermeyi yeter! Ve tabii ki korna sesi orada da yok… Çağdaşlık güzel şey… Ben oradayken pazar günü seçim olacaktı örneğin, ne afiş ne ses kirliliği gördüm. Seçimi bile sosyal medyadan öğrendim ki, bizdeki kapsamda bir seçim bile değildi… Ama eğer özellikle dil biliyorsanız Fransa, diğer Avrupa ülkeleri gibi kültürel açıdan zengin bir yer. Mimari, güzel şarap ve özgürlük hissi için öneririm.
Bütün bu iç sızısı sonunda en önemli dileğim, ülkemizin yeniden yola çıktığı muasır medeniyet hedefine döndüğünü görmektir… Tek istediğimiz, huzur içinde, dünyanın diğer ülkelerindeki yaşıtlarımız gibi opera, tiyatro, konser vb. etkinliklere gidip ruhumuzu beslemek ya da sevgilimizle kaygısız aşkı yaşamaktır… O kadar zor olmasa gerek… Yeter ki, istemekten ve mücadele etmekten vazgeçmeyelim…
Daha üretken bir sezonda görüşmek üzere…
Özlem hanım, 18 Eylül Pazar günü tv programındaki konuşmanız çok güzeldi.
Kısaca amasız, fakatsız altılı masanın desteklenmesi gerekir.
bu düşünceyi bugüne kadar duymadığımdan üzgün sizden duyduğu için ise sevinçliyim.
saygılar.