Özlem Özdemir / Bir Beyefendiye Veda
Kayıplar artıyor… Dünya düzenidir, ölüm hayat gerçeğidir, doğru. Bu özel sayı hayatımızı zenginleştiren ve kaybettiğimiz değerli kültür insanlarımıza bir selam adeta. Ben de bir baba gibi gördüğüm Üstün Akmen’i özlemle selamlıyorum… “Provasız Hayat” kitabında şöyle der: “Bu kitapta anılan yakınlarımın, dostlarımın ya da dost bildiklerimin şimdi yaşamayanlarının adlarının önüne ‘ışıklar içinde yatsın’ ‘merhum’ ‘Allah rahmet eylesin’ gibi sıfatları bilerek ve isteyerek kullanmadım. Ne olursa, kim olursa olsunlar, onlar benimle birlikte hâlâ yaşıyorlar ve de yaşayacaklar…” O nedenle bu sıfatları eklemiyorum adına, sen de benimle birlikte yaşamaya devam edeceksin Üstün abim, daima…
Bazen duygularınızı ifade etmeye bildiğiniz kelimeler yetmez. Şu an benim için de öyle… Hayatımda yazdığım en zor yazılardan birini yazıyorum, Üstün Akmen’e veda ediyorum…
Bundan on yıl evvel, ilk röportajlarımı Tiyatro Tiyatro dergisine yapmaya başlamıştım. İşte, Üstün Akmen hayatıma orada girdi. Henüz birkaç röportaj yapmıştım ki, bir köşe yazısında benim adımı geçirmiş, “Bu kızda ışık var, ileride iyi işler yapacak” deme şerefini bahşetmişti. Sevinçten ağzımın kulaklarıma vardığını hatırlıyorum ve ona hem utanarak hem sevinçle teşekkür ettiğimi. Hem de AKM’nin önünde…
Biz şanssız ve sıkışmış bir kuşağız, kim ne derse desin. Dijtal Çağ’ın olanakları elbet iyi ama duygusal olarak yitiğiz. Nezaketi, duyarlılığı, saygıyı, görgüyü yitirdik. Ormanlık bir araziden çorak bir toprağa dönüşmüş gibiyiz. Her anlamda fakirleştik, en çok da insan anlamında… Birbirimizi sevmiyoruz uzun süredir, hadi sevmedik saygı da duymuyoruz… Çağdaşlık ve ışıltıyla dikilmiş elbiselerimizi atıp, hoyratlık ve kabalıkla dikilmiş elbiseler giyer olduk. Biz hırslarından ve kendinden başka kimseyi gözü görmeyen, Twitter’da yazmanın her şeye yettiği bir kuşağın içindeyiz. Bir hashtag’lık hayatlarımız var bizim, yazdık bitti! Ne birbirimize ayıracak vaktimiz, ne düşünecek, ne bilgisayar başından kalkıp hayatın içinde bir şeyler yapmaya çalışacak hâlimiz var. Bu yetiyor, adına da hayat deniyor…
Bir Başka Dönem Prensi
Üstün Akmen; bir İstanbul beyefendisiydi… Nezaketi, bilgeliği, engin bilgisi ve bitmek bilmez insan sevgisi… Ceketinin cebindeki gömleği ve kravatıyla uyumlu mendilleri, daima gülen gözleri, hiçbir koşulda kaybetmediği zarafetiyle bir başka dönemin prensi gibi… Gençlere destek olan, kar kış demeden Anadolu dahil, büyük küçük tüm tiyatroların oyunlarına gitmeye üşenmeyen, izlediği her oyunu hemen o sabah 6’da uyanarak mutlaka yazan, yazdıklarından birinin kırılmasından endişelenen, eğer biri kırıldıysa bunu kendine dert eden, anlattığı fıkralar ve muzip kişiliğiyle dost meclislerinde herkesin yüzünü güldüren, yufka yüreğiyle hayvanlardan çocuklara her sorunu kendine dert eden, kadınlara müthiş değer veren ve saygı gösteren bir adam… Bir sanat sevdalısı ama aynı zamanda ülkesindeki her sorun için sözünü sakınmadan söyleme cesaretine sahip bir entelektüel. Bir dönemin sevilen müzisyeni, yazdığı kitaplarla insanın içine dokunan bir edebiyatçı… Bizim zamanımızda demeyen, çağa ayak uyduran, yaşına tezat genç bir ufuk… Ve sevgilisine, hayat arkadaşına, en yakın dostuna imrenilecek derecede aşk besleyen iflah olmaz bir romantik. Şaylan Akmen de 55 yıllık arkadaşını, 37 yıllık aşkını kaybetti.
İşte, biz böyle bir insanı 31 Ekim Cumartesi akşamı kaybettik. Kalbi birden duruverdi, hiçbirimiz inanamadık. Kıvırcık kuzu derdi bana, Şaylan ablayla bu lakap üzerinde tatlı tatlı şakalaşırlardı her seferinde, “ben buldum o adı, hayır ben” diye, düşünün sevincimi. Ben de ona tontonum derdim ve şimdi tontonum artık yok. Telefon çalacak “kuzucuk” diyecek gibi geliyor, hâlâ…
Yokluğu düşündüğümden büyükmüş meğer, hayatıma kattıkları bildiğimden çokmuş. İçimde bir yer eksildi sanki ve o yer çok acıyor. Ama canımı en çok acıtan; biz bu değerli adama veda ettiğimizde 588 kişilik Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin sadece yarısının dolu oluşudur! Zannetmiştim ki, kapıya kadar kuyruk olacak. “Türkiye çok değerli bir kültür insanını kaybetti, duyuyor musunuz?” diye çığlık atmak istediğim andır! Yazıyla geçen 50 yıl ve toplasan 300 kişi… Tiyatro adamı olarak düşünülse bile İstanbul’un bütün tiyatrocuları gelseydi salona sığılmazdı, neredelerdi? Yaş ortalamasının 60 olduğu o törende, o en çok destek verdiği genç tiyatrocular, neredelerdi? Acı verici… Ya da Kültür Bakanına “Kültürsüz Kültür Bakanı” dediği için hakkında dava açıldığında, onun için düzenlenen imza kampanyasına katılan kişi sayısı neden bini zor geçti? O kimseyi ayırmadan haksızlığa uğrayan herkesin yanında durdu, onun yanında niye bu kadar az insan vardı? Herkes buradan bilsin isterim, buna çok kırıldığını anlatmıştı bana. “Bunca yıl ben herkesin yanındayken, imza bile atamıyor mu insanlar?” demesi içime çok dokunmuştu. Şimdi bu da o imza atmayanların içine dokunsun lütfen! AKM için çok mücadele etti, açıldığını görmeliydi. Bir gün yeniden açılmasını başarabilirsek onun adı yaşatılmalı orada. Ben bunun için çalışacağıma söz veriyorum. Ayrıca onu unutturmayacağıma da…
En büyük pişmanlığım ise, hayatını yazmamı istemişti altı ay evvel, ne büyük mutluluktu, eğer onu kaybetmeseydik onun üzerinde çalışıyor olacaktık, araya yaz, seçim girdi… Keşkeler yersiz ama keşke daha çok ısrar etseydim öne almak için, ümitsizce keşke… Tiyatro dünyası ise artık öksüz, uzun bir süre oyuna gidebileceğimi zannetmiyorum Çünkü o olabildiğince şıklığıyla salonda olacak zannedeceğim. Canım ağabeyim, tontonum, güle güle… Bana tüm öğrettiklerin, ihtiyacım olan her an yanımda oluşun, bana olan inancın, güzel sohbetlerin ve bana hep iyi gelen sevgin için çok teşekkür ederim… Bu zamana dek yazmayı sürdürmemde senin desteğin çok büyüktü. Işıklar içinde yat, ülke için yaptıkların ne olur bilmem ama cennet diye bir yer varsa, hayatına açtığın pencereyle yetişen benim gibi insanlar sayesinde eminim cennettesindir… Ben senden bu ülkenin bir zamanlar ne güzel bir yer olduğunu, güzel insanların burada yaşadığını, Cumhuriyet devriminin yaşandığını bizzat öğrendim. Öğrendiklerime sahip çıkmak ve insanlara aktarmak boynumun borcudur…
Seni çok seviyorum…
*Bu yazının bir bölümü 8 Kasım 2015 tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanmıştır.