Hakan Atalay / Portakal Kabukları
Antalya Film Festivali bu sene, G20 zirvesinin hemen ardından, Ali Koç’un kapitalizm aydınlanmasından hemen sonra, aralık ayının ilk haftası düzenlendi. Birçok sanat insanı Antalya’da bir hafta boyunca festival kapsamında birçok organizasyonda boy gösterdi. Festival komitesi bu sene festivalin ismini değiştirme kararı almış. “Altın Portakal” artık “Antalya Film Festivali” olarak yoluna devem edecek. “Altın Portakal” ismi, verilen ödülle sınırlı kalacak. Ne diyelim, hayırlı olsun. Gerçi Selda Alkor ödül vermek için sahneye geldiğinde bu durumu eleştirmeden edemedi. “Bu festivalin ismi Altın Portakal’dır arkadaş” dedi, “biz bunun için çok uğraştık”… Seyirci katılımı önceki yıllara göre daha düşüktü maalesef. ‘’Boykot ediyor Antalyalı” diye bir takım sözler çalındı kulağımıza.
Elif Dağdeviren ve ekibini tebrik ederim oldukça zor bir organizasyonun altından alınlarının akıyla çıktılar. Ulusal ve uluslararası kategoriler olmak üzere birçok ödül dağıtıldı. Uluslararası yarışmada on, ulusal yarışmada oniki film yarıştı. Belgesel seçkisinde de oniki film gösterildi. Nefşin Dinç’in ‘’Artık Hayallerim Var’’ı mutlaka izlenmesi gereken bir belgesel. Uluslararası kategoride ‘’Taşa Yazılmış Hatıralar’’ en iyi film ödülünün sahibi oldu. Ulusal yarışmada ‘’Sarmaşık’’ En İyi Film ödülünün yanı sıra En İyi Senaryo, En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini de alarak festivalin yıldızı olmayı başardı.
Açılış töreninde Belediye Başkanı’nın -komite başkanı aynı zamanda kendisi- konuşması hem uzun, hem kişisel bir reklam metni gibiydi. Arkadaş, insan niye kendinin reklamını yapar? “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” derler. Ödül töreni Ahaber’den de canlı yayınlandı. İşin içinde Ahaber varsa sansür olmaz mı? Zaten kimse onlardan etik bir gazetecilik beklemiyordu. Bir çok kez sahneye çıkan sanatçıların konuşmaları ekrana yansımadı. Bu konuşmaların içinde gerçekten içime en çok dokunan Nadir Sarıbacak’ınki oldu. Ödülünü aldıktan sonra “Bizi muhabbet kurtarır; belki bir kadeh rakı, belki bir bardak çay” sözleri Ahaber rejisini rahatsız etmiş ya da korkutmuş olacak ki konuşmanın bir bölümü sansüre uğradı.
Bir sanatçının ‘memleketin haliyle sıkıntılarım var’ duyarlılığı sizi neden rahatsız ediyor? Memleketin diğer tarafı tank seslerinin, silah seslerinin içinde kendi yaşam hakkını savunamazken bir sanatçının bundan dem vurması ne derece sakıncalı olabilir? Ve sözlerinde asla bir ayrımcılık, ayrıştırıcılık yokken; aksine birleştiren, kucaklayan bu cümleler hangi akla hizmet yok sayılabilir? Kelimeler insanları öldürmez. Onları anlamayan, anlayamayan karanlık kafalardır ölümcül olan. Bu ülkede kimse kimsenin düşmanı değil. Bu tektipçi, bu biatçı, bu zavallı hâl sizi utandırmasa da iki yüzün üzerinde basın mensubunun takip ettiği ve bunlardan yirmisinin uluslararası yayın organlarına çalıştığı düşünülünce, kendi adıma memleketim için bir utanç kaynağıdır yaptığınız.. Utanın, korkak herifler.
Daha özgür bir festival, daha özgür bir memleket hepimize müstehak.