Ada Ayse İmamoglu / Replik Karalama Defteri No: 6
Karaköy Sahil / Öğlenden Sonra
-Lan oğlum anlamıyorsun, seviyor aslında beni.
-Ne sevmesi be! Geçerken selam verdi diye…
-Yahu yemin ederim hiç kimse öyle bakmadı bana.
-Sana insan neden baksın oğlum, saçma sapan konuşma!
-Ha tamam, sen de kır heveslerimi; yok paşam kırma al bütün hevesimi kursağıma tık, rahatla! Anlamıyorum, bir başkasının mutluluğu bu kadar mı rahatsız ediyor seni?
-Kafayı yedin iyice, neyin mutluluğu? Ne sevgisi? Ne hevesi? Yok ama doğru diyorsun; heves bu, yine de unutuyorsun arkadaşım, hevesin de edebi olur, had bilir!
-Ben sana şöyle söyleyeyim, ben her sabah o işe gitmeden önce yolunun üzerine çıkıyorum, elimde hep Cemal Süreya oluyor, bir sigara yakıyorum ve onu bekliyorum. Bana doğru gelmesi saydım, tam 42 adım; onu saniyelere bölüyorum ve her 39 saniyede bir bakıyorum çünkü sürekli bakmak ayıptır. Yanımdan geçerken başım önde oluyor ama biliyorum yavaşlıyor, gözünün ucuyla bakıyor bana, ben utanıp yüzümü deviriyorum kitaba. Bunu her sabah yapıyorum. Akşamları abisi geliyor, o yüzden hiç çıkmıyorum yollarına.
-Abisi olduğunu nereden biliyorsun oğlum?
O sıra vapur Karaköy iskelesine yaklaşıyor büyük bir gürültü ile, sonra insanlar telaşla iniyor vapurdan her biri başka başka yönlere. İlgim dağılmış, yanımdaki banktan gitmiş konuşan iki genç; ses kaydını durdurup biraz denizi seyrediyorum. O sıra yanıma uzun boylu, saçları omuzlarında, sanırım çiçek esansı kokan bir kadın oturuyor. Elinde bir dergi var, açıp onu okuyor; ben yan gözlerle izliyorum. Gençlerin diyaloglarını kaçırdığıma üzülüyorum. “Yazıyı nasıl tamamlarım ki?” diyorum içimden, önümüze bir balıkçı geliyor. Olta takımı oldukça eski, Melih Cevdet’in ‘24 ayar deniz bilgisi’ dediği insanlara benziyor. Ağzının kıyısında bir sigara; ben sigarayı öyle havalı tutamadığım için kendime kızıyorum. Sonra aklıma Ayla Anne geliyor, yemek yaparken sigarayı dudağının kenarına iliştirirdi, sonra yemeğin dumanıyla sigaranın dumanından kendi kederine yol bulurdu.
Ayla Anne… Ne çok özledim. Birden bir şarkıyla irkiliyorum, bizim deniz bilgini balıkçı ‘Nereden sevdim o zalim kadını’; tam ben kalkıp gidecekken kadına bakıyorum. Okuduğu şeye öyle dalmış ki gülümsüyorum, kafasını kaldırıyor aniden, ben utanıyorum.
Aslı Erdoğan’ın mektubu (diyor)
Aslı aslında deniz kıyılarını çok sever (diyorum)
Evet biliyorum, onun için burada okumak istedim
(diyor)
O zaman sizi baş başa bırakayım (diyorum)
Ayağa kalkıyorum, birkaç adım atıyorum, aklıma Aslı Erdoğan’ın Pınar Selek’e yazdığı mektup* geliyor ve gözlerim doluyor dönüyorum;
İyi misin Aslı? Sana da mı müebbet istediler?
Koşarak uzaklaşıyorum, İstanbul’un kaldırım taşlarına vura vura ağlamaya inanıyorum.